NASIL BİR ANLAYIŞ
Pror. Dr. Saadettin Gömeç’in Türk
tarihi kitabının önsözünden bir bölümünü olduğu gibi aktarıyorum. “Dünya
tarihinde bir kavim daha yoktur ki, kendi kendine bu kadar çok zarar versin.
Neredeyse 19. Asrın sonuna kadar hem Asya’nın batısında hem de ortalarında
birbirleriyle girdikleri savaşlarda, belki de milyonlarca soydaşının kanını
akıtan Türkler, bütün sorunları bir kenara bırakıp, birlikte hareket
edebilseydi, herhalde bu gün dünyayı Türkler yönetiyor olurdu. Bu anlamsız
harplerin sebebi nedir? Para, mal, mülk, toprak mı? Bize göre hiç biri.
Birbirlerine karşı duydukları husumetin tek nedeni var, o da; kıskançlık ve
yanı başındakilere üstünlük sağlamaktan başka bir şey değildir. Kendilerine
daha doğru dürüst tarih bile yapamamış veya yazamamış milletler bu gün dünyanın
liderliğine soyunuyorlar ama 200 milyonluk Türk dünyasının kılı kıpırdamıyor.
Sanki üzerlerine ölü toprak serpilmiş. ”Tarih, bizler nasihat değeri
taşıyan bir araçtır. Bu sebeple bizler
bu nasihatlerden kendimize pay çıkarmamız gerekmektedir. Gerçekte bizler tarih
denen manevi mirastan çok uzaklaştığımız ortadadır. Bunun apaçık kanıtı ise
size sunduğum önsöz. Bizler asırlar öncesinden birlikle içinde dünyayı
yönetirken nasıl oluyor da kardeşimizle kavgalı oluyoruz? Hocamızın dediği gibi
tarihleri bile olmayan milletler dünyayı yönetme gücünü nerden buluyor? Tabiri
caizse kaplan bile avını avlarken arkasına yaslanarak ileri atılıyor. Tarihi olmayan
toplumların dayandıkları yer neresi peki? Dünyanın çoğu ülkesinde olmayan bir
nüfus var ortada. Eğer biz bu kadar imkânlara sahip olmamıza rağmen ayrılı
baştan hak etmişiz demektir.
TARİH BİLİNCİ
Dünü
bilmeyen bu günü anlayamaz; Bu günü anlamayan yarını göremez, yarını inşa
edemez; hatta dünden gelen hamlelerin nedenlerini bile düşünemez. Diyor
Abdülbaki Gölpınarlı. Tarih bu anlamda milletleri hayata bağlayan damar
gibidir. Onu kesen ya da kestiren fazla yaşayamayacağı aşikârdır. Milletlerin kuvvet kaynaklarından olan tarih,
onları canlı ve diri tutan manevi bir güçtür. Şunu önemli olarak görüyoruz:
bizler geleceğe talip olduğumuz kadar geçmişimize de talibiz. Bugünkü
devletlerden İran nasıl geçmişinde ki Safavi devletine, Çin, Tang Hanedanlığına
özlem duyuyorsa bu gün bizde Osmanlıya, Selçukluya özlem duyuyoruz. Bizler,
geleceğimize, geçmişimizdeki ilmimizle,
kültürümüzle, medeniyetimizle talibiz. Bu yüzden o ihtişamlı dönemlere dönmek tarih
bilincimizden geçmektedir. Bu yüzden ülkemizin uluslararası konumunu göze
alarak dostumuzun ve düşmanımızın kim olduğunu bilip ona göre plan yapmak,
tarihin görünmeyen arka yüzünü araştırıp, bir dünya bakışı geliştirmek bizim
üzerimize vazgeçilmez vazifedir. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Tarih
bilinci bir zihniyet meselesidir. Bizi zor günlerimizde uyandırıp diri tutan
manevi güçlerimiz: gazilerimiz ve şehitlerimiz. Zihnimizde silinmeyecek bir yer
edinebilmek için her yaptığımız işte gazi ve şehitlerimizi hatırlayarak,
görevimizi en iyi şekilde yapmaktır. Aynı zamanda bu yaptıklarımız onlara karşı
bir vefa borcudur. Aynı zamanda bu bilinci oluşturmak tarihten ders almakla da
olur. Bunun üzerine M. Akif Ersoy şöyle diyor: ‘Tarih’i “tekerrür” diye tarif
ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi? Demesi ise bunun üzerine
söylenecek en isabetli söz olacaktır.Tarih
bilinci, tarih bilgisi olmadan ulaşılamayacağı aşikârdır. İnsan, tarihi sırf
bilgi yükü olarak da bakmamalıdır. Elbette bizler okullarımızda ve kendi
imkânımızla tarih bilgilerimizi öğreniyoruz. Peki, bu bilgilerin doğruluğunu
denetleyen kim? Çanakkale de savaşan seyit onbaşının heykelini yaparken
kaldırdığı top mermisini birinde sırtına verirken diğerinde kucağına veriyoruz.
Aynı zamanda onlarca arşivlenip gün yüzüne çıkmayan belgeler var. Bu belgelerin
gün yüzüne çıkmasıyla doğru bildiğimiz yanlışlarla uğraştığımız da ortaya
çıkacaktır. Bu bilgilerle nasıl bir tarih
bilincine ulaşılır varın onu da siz düşünün. Farlı konulardan örnekleri
çoğaltmak elbette mümkündür. Sizce İsrail’ in bunca yıl dağınık yaşamalarına
rağmen ilk günkü gibi kültürlerini yaşamalarının sebebi ne olabilir? Damarlarına
kadar işlenmiş millet olma bilinci ve doğru bir tarihçilik.Bizi biz yapacak olan Malazgirt
de Alpaslan'ın askerine seslenişi, Salahattin Eyyubi’de Kudüs sevgisi, Sultan
Mehmet’tin gönlünde ki fetih arzusu, Çanakkale’de komutansız savaşan askerin
inancı ve yine Çanakkale de şehit olamadım diye hayıflanan askerin şehadet
inancıdır. Ve yine bizi biz yapacak olan şairlerimizin kaleminden ve dilinden
çıkan sözdür hiç düşmeyen. Kurtuluş yıllarında öğrencileri okullarından,
kadınları evlerinden çıkaran güç vatan sevgisi değil midir? Evlatsız yaşarız da
vatansız yaşayamayız düşüncesi değil midir?
**
Üzerinde duracağımız diğer bir
önemli husus tarihîmizi sunarken bazen küfürden öteye geçmiyor olmamızdır. Bizlerde
çoğu zaman politikacılarımızın dilinde referans, sinema sektöründe senaryodan
başka bir şey değil. Yapılamasını istemediğimizden değil, bazı insanların tarih
denen manevi gücümüzden çıkar elde edip gününü kurtaranlaradır.Tarih
bilinci oluştururken bize bu duyguyu vermede ki yöntemler tartışılabilir. Yani
bilgileri alınıp bilgi bombardımanına tutmamızdır. Tabi ki sadece bu konuda
eleştiri getirmemiz doğru olmaz. Başka yöntemlerinde bilgi sunumunda usulsüzlükten
bahsedilebilir. Karşımızdakine tarihteki bir olayı az ve öz anlatarak vermemiz
gerekmektedir. Olayları içinde yaşatıp dinleyene keyif vermesi, milli
duyguların canlanması gerekir.
****
Önemli olarak gördüğümüz güncel bir mesele daha var: Müzeler.
Acaba tarihi bir müzeye ne zaman gittiniz? Gittiğinizi düşünerek görmek için mi
yoksa bakmak için mi gittiğiniz ya da birileri sorduğunda ‘gittim’ diyebilmek
için mi gittiğinizdir. Sanırım bu sorularla anlatmak istediğimi anlattığımı
düşünüyorum. Günümüzde karşılaştığımız sorunlardan biri de kendi şehrimin
tarihine bile varamamış olmamızdır. Bu ise diğer meselelere göre çok büyük bir eksikliktir.Tarih
bilince sahip olmak sadece kendi kaynaklarımızla olmaz. Biz tarihimizde onlarca
milletle mücadelemiz olmuş. Bu mücadele sonucu elbette bizden bahsedeceklerdir.
İşte bu sebeple başkalarının kaynaklarıyla kendimizi daha iyi tanıma imkânına
sahip olur ve aynı zamanda kendi içimizden gelen eleştirilere cevap
verebiliriz. Kendi içimizden tarihimize yöneltilen bu eleştiriler olayların
gerçek dışı anlatıldığına yöneliktir. Çanakkale savaşından sonra kendi
ülkesinde yargılanan bir İngiliz komutan: ‘biz Türklere karşı değil, Tanrıya
karşı savaştık ve kaybettik.’ Demesi sizce ne kadar gerçek dışı olabilir? Bu söz
cephede verdiğimiz mücadelenin büyüklüğünü göstermez mi? Tarihte
önemli olan bir diğer konu ise sağlam bir tarih yazıcılığıdır. Bir milletin
tarihini herkes yazabilir. Ama o milletin güvenilir tarihini ise kendinden
birisi yazabilir. Yazması gerekir çünkü kendi doğrularını dünyaya ilan
edebilsin. Tarih bilincinden bahsederken dil, din, kültürden bahsetmeden
geçilemez. Bu unsurlar zaman zaman iç içe geçmiş böylece bir millet için
vazgeçilmez değer ögelerinden biri olmuştur. Bu değerleri okumak aynı zamanda
tarihimizi okumak, kendimizi tanımaktır. Ya biz kendimizi ne kadar tanıyoruz?
Avrupa, Amerika tanıyor mu? Ne kadar ve nasıl tanıyor? Biz kendimizi
tanıdığımız kadar başkasının da bizi tanıması önemlidir. Bu gün batılıların
bize o kadar çok hakaret ve iftiraları var ki; bunlardan biriside Amerikan
okullarında “yaklaşık 1000 yıl kadar Arap esiri olan Türkler dağ insanı
niteliğinde bir kavimdi.” Şeklinde vermeleridir. Batılılar iftira atmanın kendileri
için bir hastalık olduğunun farkında değiller. Kendi temellerini kazıp baksalar
kan ve gövdeler üzerine kurulu olduklarını görürler. Şimdi ise bu kan ve
gövdeleri gelişmiş laboratuvarlarda inceliyorlar.Tarih
bilincine ulaşmak, tarihi, aklın süzgecinden geçirip sıkmak, sıkılanı da son
damlasına kadar kullanmakla olacağını da unutmayalım. Çünkü bizim inandığımız
din bile kendisini sorgulamayı emrediyor.