Medeniyet üzerine konuşulacak çok şey
var. Yani medeniyet üzerinde çok yazılar yazıldı, çizildi. Benim bu yazdığım
yazı da bunlardan biri olacak. Amacımız ne? Tatbikî bu yazılanlar arasında ele
aldığımız konuya farklı bakış açıları getirerek sunmak. Dedim ya ortada sahip
çıkamadığımız bir medeniyetimiz var ve bizden olmayan bazı insanlar bu
medeniyetimizi sahiplenmek için kendilerine yamıyorlar. Ve bizim insanlarımız
da bu olanlara çanak tutuyor. Batı bir ölçüt getirdi: gelişmişliğin ölçütü
ekonomi. Niçin medeniyet değil? Çünkü Batı her şeyiyle Hıristiyan ve
Hıristiyanlık bir medeniyet kuramadı. Eğer ölçüt medeniyet olsaydı bize karşı
kendilerini nasıl savunurdu? Artık Batı ekonominin yanında medeniyeti de
sahiplenmek istiyor. Kendi insanı ve kendi insanımızla medeniyetimiz başka
yerlere taşınmakta. İslam’da ise “iki
günü birbirine eşit olan zardadır” diyen bir anlayış var. Bu ifade İslam’a
dinamizm vermesine ve medeniyet kurdurmasına yetecek bir söz. Bu anlayışla
bırakın insanı, gökte uçan kuşu yaşatan bir anlayış geliştirdik. Biz uygarlığı
değil Umranı hedef etmiş bir medeniyete sahibiz. İşte bu Umranı ‘bizim değil’
diyemeyiz. Yoksa elimizdekilerini başkaları alıp götürecek. Bu sahipsizlik daha
çok bu medeniyeti kuran insanlar üzerinden yapılmakta. Mesela Kanuni Sultan
Süleyman’ın Alevileri öldürdüğü söylenir. Daha sonra da büyük bir karalama
kampanyası çıkartılır. Velev ki öldürmüş olsun bizim insanımız değil mi? Bu
insanın hiç mi doğrusu olmadı? Bizim Peygamberimiz dahi hatalar yapmışken diğer
insanların hata yapması düşünülemez. Aynı zamandan da medeniyete sahip çıkmak
insana sahip çıkmakla olur. Bu dine ve
insanlığa hizmet etmiş insanları, bu insanların getirmiş olduğu sistemleri
başkasına yamamayı bırakalım artık. Eğer doğrusuyla yanlışıyla kabullenmezsek
başkası sahiplenecek.
1 Aralık 2014 Pazartesi
SAHİPSİZ MEDENİYET
Etiketler:
fikir yazılarım
8 Eylül 2014 Pazartesi
DÜŞLERİM
Bozulsaydı
şu aynalardaki lanetim
Kayya
kuyusunda sallanmazdı düşlerim
Kara trenler
içinde yıpranmış düşlerim
Törpülü
gurbetmiş beni bağlayan
İçimde değil
saçlarımda saklıymış düşlerim
Kasvetli
günler içindeymiş hayatlar
Kaderimin
nöbetini tutarmış düşlerim
Etiketler:
şiirlerim
26 Ağustos 2014 Salı
CİHAT ALGISI
Cihat algısı
hem İslam için hem de modern dünya için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu
kavramı ılımlı hale getirmek bizlere düşen görevdir ve İslama bir hizmettir. Bu
algı isalamafobyanın oluşmasına da zemin hazırlamıştır.Biz burada cihat
kavramının ne olup ne olmadığı üzerinde duracağız.Cihat denilince Müslümanların
ve diğer dine mensuplarının anlayacağı İslam adına silahla, kılıçla mücadele
akla gelmektedir. Bu da İslam’ın imajını zedelemektedir ve bu tanım düzeltici,
uzlaştırıcı bir dinini özüne ters düşmektedir. Bu imajın
oluşmasında dini argümanların etkisi kaçınılmaz. Kuran-ı kerimde on bir yerde
cihattan bahsetmektedir.O zaman bu kavramın kuran-ı kerimde ne amaçla
kullanıldığı bilmemiz gerekmektedir.
Bu konunun büyük sorun teşkil etmesi cihat
kavramının tam olarak anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. İlk önce bu
kavramın temel anlamına inmemiz lazım. Cihat;
Arapça bir kelime olup, c-h-d kökünden türemiştir. En basit anlamıyla
ise gayret etmek demektir. İçtihat ve mücahit kelimeleri de bu kökten
türemiştir. Dolayısıyla cihat da herhangi bir şeye gayret etmek demektir. Bu
herhangi bir şeye gayret etmeyi kendimiz mukayyet(sınırlandırma) altına
alabiliriz. Örneğin hayatta kalmak için mücadele vermek bir cihattır. Ailenin
geçimini sağlamak için çalışmak bir cihat bir mücadeledir.
Kuran-ı
kerimde cihattan bahsedilirken ilk önce mal sonra can zikredilir. Eğer bir
mücadelede sonunda malla mutluluk ya da menfaat sağlanıyorsa canı ortaya koymak
bir intihardır ve intihar ise İslam’ın yasakladığı fiillerdendir. Dolayısıyla
kaide burada bellidir. Malla mutluluk sağlanıyorsa malla cihat edilmeli eğer
bundan bir fayda sağlanmıyorsa en son çare olarak canı ortaya koyulmalıdır.
Canı ortaya konulması savaş meydanlarında bile ikinci plandadır. İslam devleti
bir yere girerken ya da saldırıya maruz kalırken barışçıl yolları dener. Bu yol
tüketilirse canın, malın, ırzın, dinin, aklın koruması için canla mücadele
edilir. O zaman sormak gerekir; dinimizde cihat denilince sadece savaş
anlaşılması barış anlamına gelen İslam’la çelişmez mi?
Etiketler:
fikir yazılarım
4 Ağustos 2014 Pazartesi
VATAN BORCU
Herkesin
diline sakız olmuş bir söz: “askerlik vatan borcudur. Yapmak gerekir.” Allah Allah! Sormak gerekir vatana borç
ödemek bu kadar kolay mı? Askerlikle vatan borcunu özdeşleştirdik diyelim. Ya
sonra ne olacak? Yaşadığımız yer için bir hizmet üretmeyecek miyiz? Ha birde
askerlik erkeğin yaptığı bir şey. Askerlik erkeğe borçta kadına değil mi?
Kadının bu ülkede hiç yeri yok mu? ? Kadının Kurtuluş savaşında sırtındaki
elbiseyi çocuğuna değil de top mermisine sardığını ilkokul kitaplarından
biliyoruz. Erkeğin borç ödeyip de kadının borç ödememesini düşünmek çelişkili
olmaz mı? Öyleyse nedir vatan borcu ödemek? Bir ilim insanının yaptığı
çalışmayla ülkesinin ismini duyurması vatan borcu ödemektir. Bir öğretmenin
fedakârlıklar içinde öğrencisini yetiştirmesi vatan borcu ödemektir. Bir anne
babanın hayırlı evlat yetiştirmesi belki de en güzel borç ödeme şeklidir. Yoksa
askerliği vatan borcuyla özdeşleştirmek işin en kolay tarafına kaçmaktır.
Etiketler:
fikir yazılarım
15 Mayıs 2014 Perşembe
BİR İHTİLALİN GÖLGESİNDEKİ HAYAT
Bir ahı yüklendiğinde bohçasına rahip
Bir aşka ağlıyordu dilim
İçinde yaşadığım masaldan hayatı yatırdım yastığıma
Saltanatımı taşımak zordu bu bedende
Yeni bir fetih arzuluyordu kalbim
Ebabiller mi bekliyordu helâkını sırtlanan
Yahut tohumlarını mı ekiyordu avucunda bu yeni depreme
Sabah baskını yediğimde ben
Berduş bir nakusun sesiyle uyandım hayattan
Başkaldırışım hüküm giymiş bir hayata
Ne zaman var olacak kalbin saltanatı
Yoksa günah mı sardı âfâkı
HER ŞEY BİR DÜĞÜM İÇİNDE
.
Hastalıklı bir kalbim vardı
Dinamitler bitiriyordum
Islanmış barutların üzerinde bir saltanat kuruyordum
Yüce bir divandı kalbim
Aslında bir darbeyi rüyamda yargılıyordum
Bir şehre fazla mesai yaptıran kendi saltanatım
Yahut vakitsiz gelen baskın mı
Ya bir şairi hasta eden yolların gurbeti mi
Yoksa derince kazılı mezarı
Belki de bir kaktüstü dikeniydi utandıran
Bir çölü susuz bırakan kimsesiz oluşu
İşte buydu bana ağıt yaktıran.
Kimse bilmez beni
Tam mevsiminde açar kalbim
Gecikirse kalbimin mevsimi açmaz güzele
Geciken mevsim çiçek vermez göğüs kafesimde
“En kurak çölüm” der durur içimde
***
Şu giden içinde bir ihtilali barındırır
Yürüyüşü darbeci bir albayı andırır
Öldürmez silahı hiçbir insanı
Yalnız ruhundan ölüler ordusunu kaldırır
Yoktur gücümüz darbeye darbe yapacak
Ve bir avuç meçhule sevdalı insanların
Göğsündeki kuşu kim avutacak
Öyledir hep ihtilalcilerin dünyası bize
Öyleyse birileri hayallerimizi götürmüş olmalı
Yahut bir çuvala koyup uçurumdan attılarsa düşlerimizi
Bu yüzden midir bir kalbin ellerini tutamamamız
Eğer kalbe vurulacaksa prangalar niçin bedenlerimiz müsle
edilir
Bırakmaz yakamızı musibetler
En ağır işkence amberi ateşle bir tutulması olur
İşte yürüyor bir yârin paletleri kalbimizde
Zordur bağışlamak namludan çıkan kurşunu
Öpebilseydi o kör vuruşu
Belki de meçhulde aydınlığı görürdük
Ve derince oyulmuş yaraların içinde
DÜĞÜMÜN BİR PANZEHİR SUNULMALI
Sokak satıcısına benzer halim
İçimi satarım gelene gidene
Masum bir hayatı yargılar durur bir yar
Bağışlamaz kavalımdan çıkan sesi
Terazisinden kayar adaleti
Bir göç kuşuna sarılıp gittiğimde
Çıkıp gitsin şu hayatlardan bedbahtlar.
İblis huşu içinde namaz durduğunda
Açılsın cennetin kapılar ardına kadar
Nurlar içinde geldiğinde azrail
Kör kurşun içinde beklesin beyaz bir ölüm.
Benim en güzel duam budur derim.
***
Baskında kaçıp gelmiş yolcuyum
Ayaklarım tutuştu yorgunluktan
Vardığımda kuşlarım helak olmuştu
Miras kalan bir baston taşıyorum ellerimde
Bir tarafta bir yârin düşlerimi öpüşü bitmişti
Ve sizden yalnız şunu istiyorum
Kalbinizi bir günlüğüne bana kiraya verin
Benimkine zehirli bir kelimeyi tıktılar boğazına
Vadesini doldurdu ne de olsa delice bir sevginin
Öksüz bırakamam kendimi
Sizden yalnız kalbinizi istiyorum
Etiketler:
şiirlerim
14 Şubat 2014 Cuma
UMRANDAN UYGARLIĞA- CEMİL MERİÇ
Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyan’dır; sağcısıyla, solcusuyla Hıristiyan. Hıristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin zaaflarını keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet Aşağıdan alır, hulûs çakar, yaltaklanır ve nihayet alt eder devi. Cenk meydanlarında değil, yatak odalarında kazanılan bir zafer.
Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarım benimser. Dev, papağanlaşır.
Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarım benimser. Dev, papağanlaşır.
Etiketler:
kitap tanıtım
BU ÜLKE- CEMİL MERİÇ
Vatanlarını yaşanmaz bulanlar vatanlarını yaşanmaz'laştıranlardır.
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
Etiketler:
kitap tanıtım
13 Şubat 2014 Perşembe
JURNAL2 - CEMİL MERİÇ
Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun... Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukca? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim.
Etiketler:
kitap tanıtım
GÜNÜMÜZ TEFSİR PROBLEMLERİ- M.SAİT ŞİMŞEK
Problemler her zaman ve her konuda muhakktır.
Kur'anın muhtevasından çok onun şekli ön plana çıkmıştır. artık Kur'anın yazıldığı ya da basıldığı kâğıdın kalite ve rengi, kapağı, yazıldığı hat, hattaki renklendirmelerle daha bir önem kazanmıştır. Artık Kur'anı öğrenmek ve okumak, harflerin mahreçleri, hangi durumlarda hangi harflerin kaç elif uzatılarak okunacağı, idğam, işmam, kalkale, ra'nın hükmü vs. gibi hususlar anlamına alınmaya başlanmıştır. Kur'an öğretiçilerin işi artık bunlar olmuştur.
Kur'anın muhtevasından çok onun şekli ön plana çıkmıştır. artık Kur'anın yazıldığı ya da basıldığı kâğıdın kalite ve rengi, kapağı, yazıldığı hat, hattaki renklendirmelerle daha bir önem kazanmıştır. Artık Kur'anı öğrenmek ve okumak, harflerin mahreçleri, hangi durumlarda hangi harflerin kaç elif uzatılarak okunacağı, idğam, işmam, kalkale, ra'nın hükmü vs. gibi hususlar anlamına alınmaya başlanmıştır. Kur'an öğretiçilerin işi artık bunlar olmuştur.
Etiketler:
kitap tanıtım
11 Şubat 2014 Salı
TARİKATLAR
Tarikat,
Arapçada ‘yol’ manasına gelir. Tarikatlar da belli bir yol üzerine giderler.
Bilinen bir gerçek var ki; tarikatların sadece pasif bir İslam inancı içinde
olduğu yönündeki bilgidir. Oysa tarikatlar tarihte olduğu kadar bu günde aktif faaliyet
yürütmektedirler. Tarikatlar tarihte, yolcularla ilgilenmek, İslam’ı en iyi
biçimde anlatmak, askeri faaliyetlerde devlete yardımcı olmak gibi topluma
yararlı olacak işler üslenmişlerdir. Bu gün ise ilmin ve bilimin önüne engel
oluyor iddiasıyla pek sıcak bakılmamaktadır. Tarikatlar bu gün, geçmişte yapmış
olduğu faaliyetlerden ödün vermiş olabilir. Ama toplumu bir arada tutmasına
vesile olmuştur. Bu gün hâlâ aç insanları doyurmakta, derdi olan insanların
derdine çare aramaktadırlar. Özellikle tüm dünyada sorun olan küresel terörizme
karşı bulundukları yerde insanları bir arada tutmuşlardır. Bir arada olmak
rabıta ile olur. Rabıta demek birine veya bir şeye bağlanmaktır. Rabıta tarikat
geleneğinin vazgeçilmez unsurudur. İnsanlar bir şeyhe bağlanır ve ona itaat
ederler. Tarikatta ‘şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır’ anlayışı yatar. Tarikat
şeyhinin şeyhi şeytan olması da düşünülemez. Çünkü tarikat şeyhliğine çıkmak
uzun bir süreç ve iyi bir İslam ahlakı gerektir. Böylece şeyhe intisap edenler
iyi bir İslam ahlakına sahip olur. Aynı zamanda bulunduğu topluma yararlı
olmaya çalışır. Bu bilgiler doğrultusunda Adıyaman- Menzil köyündeki Nakşibendi
tarikatını ele alalım. Tarikatın silsilesi Hz. Ebubekir’e dayandığı söylenir.
Bulunduğu bölgenin tarihine bakacak olursak ülke gündemine oturacak olaylarla
gündeme gelmemiştir. Çünkü tarikat, her türlü insanı aynı sofraya oturtmasını
bilmiştir. Böylece diğer bölgelere nazaran daha sakin ve huzurlu hayat
sürmektedir.
Tarikatlara yöneltilen olumsuz
eleştiriler zaman zaman yerinde olmakla birlikte bu eleştirilerin tamamını
kabul etmemiz mümkün değildir. Tarikatlar yapılan olumsuz eleştiriler tarikatın
kendi içine yöneliktir. Ama bu kurumların sosyal faydaları tartışılamaz.
Etiketler:
fikir yazılarım
KALABALIKLARDAN BAHSEDELİM
Sınıflara, milletlere ayrılmış bir Avrupa’da yekpare bir
kalabalıktan söz edilebilir mi?
(CEMİL MERİÇ, MAĞRADAKİLER)
Milliyetçilik
modern dünyanın sorunu. Dünyanın binlerce yıllık geçmişinde onlarca
imparatorluk vardı. İmparatorluklar insanları tek bir bayarak altında toplamayı
amaçlayan devlet şekilleriydi. Bu imparatorluklar milliyetçilikle tarih
sahnesinden silindi. Kriteri sadece insan olan anlayışın yerini, kriteri dil,
din ve ırk aldı. Şimdi söyler misiniz milletlere ve sınıflara ayrılmış dünyadan
nasıl kalabalıklardan söz edebiliriz?
Etiketler:
fikir yazılarım
28 Ocak 2014 Salı
HİLAFET MESELESİ
İslam
dünyasının asırlardır tartışma konularından biri hilafet diğer adıyla halifelik
meselesidir. Sözlükte; arkada olmak, yerine geçmek gibi manalara gelir. Dini
literatürde ise halife en yüksel yönetici, Hz. peygamberden sonra onun yerine
geçen, dini koruyan ve onu uygulayan ve
dünya işlerini düzenleyen kişiye verilen unvandır. Biz burada halifeliğin iki
farklı boyutunu ele alacağız. Birincisi ve en önemlisi olan İslam dünyasının
devlet başkanlığı sorunu olan halifelik meselesi. Bildiğimiz gibi Hz.
Muhammed(sav) iki görevi vardı: Risâlet ve riyaset. Risalet, Hz. peygamberle
mürekkep olan bir vasıftır. Yani Risâlet dini getirip onu tebliğ etmektir. Bu
da Hz. peygamberin ölmesiyle bitmiştir. Bundan sonra hiç kimse yeni bir din
getirip bunu tebliğ etmeye kalkışamaz. Bu işe kalkışması zaten İslam’ın özüne
aykırı olacaktır. Diğeri olan riyaset ise idare ve başkanlık etmek manalarına
gelir. Yani riyaset devredilir bir vasıftır. İslam dünyasında ilk ayrılıkların
çıkması bu riyaset yani hilafet meselesidir. Hilafet, Hz. peygamberden sonra da İslam kuralları
çerçevesinde kısa dönem gitse de bu gün bile çözüme ulaşmış değildir. Özellikle
son asırlarda milliyetçilik etkisiyle İslam ülkelerinin suni sınırlar çizerek
yönetimlerini kendi anlayışları doğrultusunda bir idare benimsemesi bu
meselenin ne kadar mühim olduğunun en açık göstergesi. Hilafetin tanımını
yaparken dini hükümleri koruyan ve uygulayan şeklinde bir ifade kullanmıştık.
Ama günümüz İslam ülkelerinde devlet başkanlarının çoğu belki de hepsi dini
hükümleri uygulamaktan uzaktır. Aynı zamanda devlet başında bulunanlar ölünceye
kadar iktidarda kalmaktadır ve keyfi uygulamalar yapmaktadır. Oysa halife İslam
âleminin efendisi ve hizmetkârı olmalıdır. İslam dünyasını gayri Müslim dünyaya
karşı en iyi şekilde savunmak ve temsil etmelidir.
Halifeliğin ikinci boyutu olan
konuysa insanın halifeliği meselesidir. İnsanın halifeliği meselesi Allah’ın
Bakara süresi 30. Ayette söylediği ‘ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ sözüyle
başlar. Biz burada insanın halifeliğini
yukarıdaki bilgiler doğrultusunda açıklamaya çalışacağız. Yukarıda halifeye dini
temsil etmek ya da savunmak şeklinde görevler yükledik. Bu anlam çizgisinden
haraketli Allah insanı kime karşı temsilci olarak yeryüzüne gönderecek?
Bilindiği gibi yeryüzünde bir tek akıllı varlık insandır. Dolayısıyla insan,
bir hayvana ya da bitkiye karşı Allah’ı temsil edemez. İnsan birilerine karşı
Allah’ı temsil etmelidir. Demek ki bakış
açımızı genişletip farkı şekilde bakmasını bilmeliyiz. Yeryüzünde her insan
hidayete ermediği muhakkaktır. Dolayısıyla hidayete eren insan hidayet ermeyen
insana karşı Allah’ı temsil ve savunmakla mükelleftir. Yani her hidayet eren bir
anlamda kendinin de başkanıdır ve sosyal hayat düzeniyle ilgili bir görevi vardır.
Bu başkanların üzerinde bir genel başkan mevcuttur. O da ilk paragrafta
açıkladığımız gibi Müslüman dünyasının halifesidir.Burada herkes işini yaptıkça temeli
sağlam bir toplum düzeni çıkacağında hiç şüphe yoktur. Bu aynı zamanda İslam da
sağlam bir idareciliğin olduğunu gösterir. Bu hedeflere bu gün ulaşmak pek güç
gibi görünse de hiçbir şey geç değildir.
Etiketler:
fikir yazılarım
19 Ocak 2014 Pazar
İSLAM BİRLİK ÜZERİNE
Geçmişte
'nasıl yaşanması gerektiğini?' kültür ve medeniyeti dünyaya öğretmiş bir dinin
mensuplarıyız. Yine aynı zamanda aklın, bilimin ve inancın insanlığa rehber
olduğunu gösteren bir dine sahibiz. Günümüze bu rollerimizin değiştiğini
görmekteyiz. Ve İslam dünyası yıllardır neden geri kaldığın, tıpkı yıllar evvel
olduğu gibi İslam’ın nasıl dünyaya hükümran olacağını? Düşünmektedir. Cevabı
olmayan onca soru, insanı tatmin etmeyen ve içi boş fikirlerle uğraşmak İslam
dünyasını ileri götürmek bir yana aksine geriletmektedir. Peki ya ne yapmalı?
Her şeyden önce insan düzeltilmeli. Dünyayı düzeltmek, insanı düzeltmekle
mümkün.
Gözlerinizi
geçmişe çevirin. İslam medeniyetinin, Endülüs’ün ve Osmanlının dünyaya
hükmettiği çağlar, âdemoğlunun yaşam sürdüğü en huzurlu çağlardı. Hak batıla
galebe çalıyordu bir zaman. Ne zaman ki batıl Hakk’a galebe çalmaya başladı,
bir kin ve nefret bulutu örttü gökyüzünü. Katliamlar ve kazananı olmayan
savaşlar. Hak uğruna yapılmayan savaşların kazananı yoktur. O savaşlarda
yenilgi muhakkak, kaybedeni insanlıktır o savaşların.
Mademki İslam’ın dünyaya hükmetmesi Hak,
insan, önce İslam’ın kendine hükmetmesini sağlamalı. İnsanın olmadığı yerde
toplum, toplumun olmadığı yerde devletin varlığından söz edilemez. Bu
yolculuğun başı insandır. Ki İslam’da insan, O nurdan, Allah’ın nurundan bir
parçadır.
Destanlar, gözyaşlarıyla yazılır. İslam,
duygu ve düşünce dini. İnsan, inançsız çürümeye terk edilmiş bir beden gibi.
Eğer hedeflerinizin olmasını istiyorsanız
hedeflerinizin içinin gerçek fikirlerle dolu olması gerekir. Bu da önce insanın
kendisini tanımasıyla başlar. Bize düşen sağlam bir kişiliğe sahip, başarı
arzusu olan, cahilliğe karşı savaş açmış, nerde olduğunu bilen bireyler olmak. Geçmişe
gitmemize gerek yok. Bugün batıda ya da gelişmiş toplumlarda, beş-altı
yaşındaki çocuk acıkınca, annesi mutfağı gösterir, kendi başına tabağı önüne
koyar ve kendisi yer. Peki, bu durum bizde nasıl cereyan etmekte? Anne yemeğini
hazırlar, başkası yemeğini yedirir, birisi peçetesini tutar… Ve biz bu şekilde
yetiştirdiğimiz çocuklarımızdan başarı bekleriz. Evlatlarımız, hayata bir sıfır
yenik başlamakta.
Güncel ve bir o kadar da önemli olan
birlik meselesi: Aile birliği. Biz gereken aile birliğini sağlayabiliyor muyuz?
Büyük hedefleri olan bir toplum nasıl olurda basit ve önemli bir birliği
kuramaz? Peki, hayatları birleştirmek yani evlilik çocuk oyuncağı gibi sıradan
mı görüyoruz? Amacım sizleri sorulara boğmak değil, unutulan değerleri haddim
olmasa da hatırlatmak. Hatırlatmakta fayda görüyorum ki bu hadiseler yeni bir
birlik kurmaya çalışan toplumlarda görülmekte. Annemiz-babamız veya
akrabalarımız bir birliktelikten uzak olabilir. Ama genç ve eğitimli bir nesil
olarak kuracağımız ailede bir birliktelik kurabilir, bir düzen oluşturabiliriz.
Unutmayalım ki güçlü aileler güçlü toplumları doğurur.
Peki ya komşuluk ilişkileri, komşuluk
hukuku? Bugün aynı apartmanda yaşayan insanların birbirini tanımamasına, selam
bile alıp vermemelerine şahit olmaktayız. Bizler, “Komşusu aç iken tok yatan
bizden değildir.” diyen bir inancın toplumuyuz. Madem öyle yine aile düzen ve
birlikteliğini kurduğumuz gibi, komşuluk düzenimizi de kuralım. Şunu unutmayalım
ki, bu bahsettiğimiz düzen İslam’ın ilk yıllarında mevcuttu. Bu demek oluyor ki
asr-ı saadeti yaşamak uzak olan bir şey değil, elimizde olan bir şeydir.
Gelelim konunun en hakiki merkezine:
İslam ülkeleri birliği. Bizim birlikteliğimiz aslında buradan başlamalıdır. Ama
ne yazık ki küreselleşen dünya nedeniyle İslam ülkeleri bile kendi çıkarlarını,
İslam görev ve amaçlarından önce tutuyor. O kadar telefon, televizyon, internet
ve uçak olmasına rağmen neden İstanbul Bağdat’a bu kadar uzak. Ya da Şam Kudüs’e,
Mekke Kahire’ye uzak. Günümüzde mesafelerin önemi var mı? Bizi birbirimize uzak
tutan ne? Gönüller bir olduktan sonra mesafelerin önemi var mı?
Bu
gün, yanı başımızda bir Avrupa ülkesi var(Yunanistan). Ekonomisi çökmek üzere
ve bu ülke kan ter içinde ekonomisini ayakta tutmaya çalışmakta. Bir düşünün ki
bir olmak birlikte olmak bizim inancımızın temel değerlerindendir. Bizden
aldıkları kültür ve medeniyeti nerelere taşıdıklarını görüyoruz. Bizler kuran
ve sünnet sayesinde ilerlememize rağmen gerilememizin sebebini de kuran ve
sünnete bağlamak ne kadar mantıklı? Birlikteliğimizin bozulmasının sebebi bizim
dünyalık arzu ve isteklerimiz değil mi? Kuran-ı kerimde "Hep birlikte Allah’ın
ipine sarılın, ayrılmayın ". Buyrulmasına rağmen bizler, ipi kopmuş tespih
misali dört bir yana savruluyoruz. Ey İslam dünyası! Nerde sizin kardeşlik
duygunuz? Biz niçin göremiyoruz?
Etiketler:
fikir yazılarım
BAŞLARKEN
Başlarken hayata
Şiire, satırlarda kaybolmaya başlarken
Aşklarda kavuşmaya
Gurbette ayrılıklara
Yüreklerde kaybolmaya başlarken
Yasakları yaşamaya başlarken…
Etiketler:
şiirlerim
18 Ocak 2014 Cumartesi
BIRAK BENİ
Bırak da gönlün gönlümün kapılarını parçalasın
Bırak da gözlerin kalbimin limanlarında demirlesin
Bırak da yangın yangın bakışlarında yanayım
Bırak da bu yangınlardan bir bahar çıkarayım adına
Bırak da bu bahar kavuşayım sana
O zaman atayım tüm köprülerimi, batırayım tüm gemilerimi
Zamansız açayım mevsimsiz çiçekler gibi
İçinde durduğum mezar sessizliğinden çıkayım
Yaz yağmurlarında ıslanıp içimde yaşayayım çetin kışı
Alın yazımdır, kazayı kaderi yaşasam ne çıkar
Haydi,
göster göster de gösterdiğin yerde yaşayayım
Etiketler:
şiirlerim
BAHANE
Hayat yazmak için bahane
Yaşamak bahane
Şiir için aşk, sevgi bahane
Olmayanı oldu göstermek bahane
Dert, yazmak için bahane
Ağlamak, şiire bahane
Yaşamak bahane
Şiir için aşk, sevgi bahane
Olmayanı oldu göstermek bahane
Dert, yazmak için bahane
Ağlamak, şiire bahane
Etiketler:
şiirlerim
17 Ocak 2014 Cuma
İSLAMA YÖNELTİLEN OLUMSUZ ELEŞTİRİLER
Ilımlı İslam, islamafobya gibi
kavramları son yıllarda çok duyar olduk. Bunun sebebi İslam dünyasının diğer
insanlara verdiği olumsuz imaj. Şundan emin olmalıyız ki bir Gayri Müslim bizi
bizden daha iyi bilmektedir. İslam’ın neye değer verdiği ortadadır. Gayri
Müslim de İslam’ın neye değer verdiğin bilmektedirler. Öyleyse dünya neden
İslam’a olumsuz bir tavır takınmaktadır? Hemen cevap verelim: Dünya bu tavrı
İslam’a değil, Müslümana takınmaktadır. Bu bilgi doğrultusunda başta verdiğimiz
kavramları açıklayalım. Ilımlı İslam’dan kasıt ılımlı Müslümanlık,
İslamafobya’dan kasıt Müslüman korkusu. Çünkü İslam’ın sonradan ılımlı olması
ya da sonradan korkulan bir din haline gelmesi söz konusu değildir. Bu değişken
durumu insan yani Müslüman almıştır. Maalesef bu açığı biz kendi ellerimizle
onlara vermekle hatalarımızı İslam’a mâl ettik. Asrısaadeti düşünün. Makasın
kollarının birini İslam diğerini sahabeler olarak tasvir edin. Aradaki mesafe
ne kadarda kapalı. Şimdi de günümüz Müslümanlığını düşünün. Aradaki mesafe ne
kadar da açık. Bunun sebebi Müslümanların İslam’ı nasıl algıladığıyla
alakalıdır. Özellikle Batı toplumunu İslam’a olumsuz tavır takınmasında
oralarda yaşayan Müslümanların yaşayışları etkili olmuştur. Batı’da yaşayan
Müslümanların aile yaşantısı ‘övündüğünüz İslam bu mu?’ imajı vermiştir.
Avrupa’da ya da denizaşırı ülkelerde insanlar İslam’ı seçerken Müslüman
yaşayışından değil de dinin temel kaynaklarından öğrenmesi de işin ayrı bir
boyutu. İslam’a karşı takınılan olumsuz tavrın başında İslam hukukunun
uygulamaları gelmektedir. İslam hukuku kendi içinde gelişmiş özgün bir
hukuktur. İslam hukuku, miras hakkı ve çok evlilik gibi konulara saldırıya
maruz kalmaktadır. Bu saldırın olmasında biraz da bizim payımız vardır. Çünkü
kendimizi ifade etmediğimizden bu saldırılar yaşanmaktadır. Eğer kendimizi
anlatsaydık bu saldırıların bir kısmını elimine ederdik. İslam hukuku asırlar
boyunca kümülatif olarak ilerlemiştir ve kendi içinde bir tutarlılığı vardır.
Yıllar boyu devam eden birikimiyle biri ilim halini almış ve literatürde yer
bulmuştur. Hukuk meselelerini tek tek ele alacak değiliz. Çünkü konumuz bu
değildir. İslam’ın maruz kaldığı diğer mesele ise Kur ’anı kerimin muhtevasında
çelişki oldu yönündeki eleştiridir. Kur’an meali okuyarak onun hakkında yorum
yürütmek belki de en cahilce davranış olacaktır. Elbette Kur’an mealini okuyarak
zorlanmadan anlamını çıkaracağımız ayetler mevcuttur. Buradaki mesele Kur’an’ın
anlaşılması güç olan ayetlerini mealden okuyarak çelişkinden söz etmek yersiz
bir eleştiridir. Bu eleştiriyi yöneltenler tefsir gibi bir ilimin dalının
olduğunu düşünmediler mi? Kur’an’ın nazilinden bu yana onlarca ve cilt cilt
tefsir kitapları yazıldı. Sırf altı yüz sayfalık bir kitabı anlamak içini. Aynı
şekilde İslam hukuku gibi tefsire de literatürde bir yeri vardır.
Binaenaleyh, İslam’ın eleştirilere
maruz kalmasının sebebi bizleriz. İslam’a yöneltilen olumsuz tavırların sadece bir
kaçını aldık. Burada önemli olan daha öncede ifade ettiğimiz gibi kendimiz
başkalarına anlatmakta güçlük çekmemizdir. Eğer kendimizi ifade edersek o zaman
da bu olumsuz tavırlarla karşı karşıya gelmeyiz. Aynı zamanda bu tavırların oluşmasında
yaptıklarımız ve söylediklerimiz paralellik göstermemesi de ayrı bir meseledir.
Etiketler:
fikir yazılarım
16 Ocak 2014 Perşembe
DEVLET VE DİN
Din
insanlar için ne olursa olsun vazgeçilmez bir unsurdur. Bir kişinin dahi olsan
dinle ilişkisi olmadığı düşünülemez. Bu durum ateist biri içinde geçerlidir.
Onun bu tutumu din konusundaki yerini belirler. Bu konu doğrultusunda son yüzyılda
ortaya çıkan yeni bir kelime var. Adı: laiklik. Laikliğin temel anlayışı devlet
yönetiminde herhangi bir din veya dini görüşün referans alınmamasıdır. Bununla
birlikte zamanla laikliğe farlı anlamlarda yüklenmiştir. Bunlar akıl ve bilim
ve vicdan hürriyetidir. Ele alacağımız
konu dinle devletin ayrı tutulması olacak. Konuya geçmeden önce laikliğin kısa
tarihine bakmak meseleyi kavramamıza yardımcı olacaktır. Laikliğin ortaya
çıkması ortaçağa kadar gitmektedir. Ortaçağın dönemini özelliklerinden biri
dinin her şeye egemen olmasıdır. Laiklik, Rönesans ve Reform hareketleriyle
kendini iyiden iyiye hissettirdi. Özellikle Fransız devrimiyle devletin tüm
kurumlarında hâkim olan bir ideoloji haline geldi. Daha sonra Cumhuriyetin ilk
yıllarında yapılan inkılaplar laiklik doğrultusunda yapıldı. Yapılan laiklik
doğrultusundaki inkılaplar halkın tepkisini de çekti. Bu tepkinin oluşmasında
ya laikliğin yanlış anlaşılması ya laiklikten kastedilenin ne olduğu
bilinememesi ya da laikliğin kör bir ideolojiyle zihinlerde tutulmasıdır. Ve
laiklik günümüzde –büyük bir nedenle laiklikten kastedilenin ne olduğu
bilinmemekte- gündemde olan tartışmalardan biridir. Laikliğin kısa tarihine baktıktan sonra
devletle dinin nasıl ayrı tutulamaz olduğuna bakalım. Bir devletin başında olduğunuzu düşünün ve
kendinizde dinden soyutlayın. Bu söz laikliğin kendi içinde ters olan bir
durum. İnsan doğuştan bir şeye inanma eğilimindedir. Bunu yazımızın başında da
belirtmiştik. Bu da laikliğin diğer
anlamı olan akıl ve bilime ters düşer. Devleti yönetenler elbette kendi
inançları doğrultusunda politikalar üretirler. Bunu dünyanın dört bir tarafında
görebilirsiniz. Bu durum görmezden gelinemez. Özelliklede uluslararası
ilişkiler bile yeri geldiğinde dini çıkarlara dayanıyor. Örnek verecek olursak
İran’la tarih boyunca üst düzey seviye iyi ilişkilerimiz olmamıştır. Bunun
nedeni İran toplumunun Şii, ülkemizin de Sünni inancı benimsemesidir. Bu da devletlerarası
ilişkide ilişki de olduğunuz devletin dini yapısı sizin politikanızı
belirlemenizde rol oynamıştır. Bu bir realitedir. Bu konu da görmezden
gelinemez. İnsan vicdan duygusuna sahip bir varlıktır. Bundan dolayı insanın,
neye değer veriyorsa ona göre ona göre hayatını devam ettirecektir. Din insanın
yaratılışından beridir var olan bir şeydir ve var olmaya da devam edecektir.
Etiketler:
fikir yazılarım
14 Ocak 2014 Salı
UNUTULAN İBADET: ZEKÂT
“Hidâyet ve müjde namaz
kılan, zekât veren müminler içindir” (Lokmân 31/3-4).
İnsan,
sorumlu olduğunu bildiği halde sorumlu değilmiş gibi davranır hale gelmiş.
Dünya, öyle bir hızla dönüyor ki, insan çevresinin farkına bile varmıyor. İşte
bu yüzden insan zekât gibi önemli bir müesseseyi unutmuş. İnsan, insan olmayı
unutmuş. Son süratle gittiği şu dünyada bir gün ayağının sendeleyeceğini
unutmuş. İşte bu yüzde İnsanların zihinlerinin bir köşesine terk edilmiş çocuk
gibidir zekât.
**
Namazlarımızı
en azından cumadan cumaya kılmasını biliriz. Zamanı geldiğinde hac ibadetini
yaparız. Yine zamanı geldiğinde oruçlarımızı gücümüz yettiğince tutarız.
Kurbanımızı vakti gelince keseriz. Onca emek harcar yastığımız altında
geleceğimiz için yatırım yaparız. Bunca ibadetlerimizi yaptığımız halde zekât
gibi birleştirici bir müesseseyi unuturuz. Avrupa tarihinde sigorta kurumu 1940’lı
yıllarda atıldığı halde İslam’da 1500 yıl önce mevcuttu. Günümüzde zengin ile fakirin arasında kat kat
fark olduğu şu dünyasında zekât, sosyal bir sigortadır. Zekât aynı zamanda
İslam medeniyetinin temellerini oluşturur. Yani ayetin ifadesiyle ‘Şüphe yok ki Allah, kendilerine cenneti vermek
üzere inananların canlarını, mallarını satın almıştır adeta.(tevbe.111). Yine açıklamak gerekirse İslam insanın
mutluluğu için çalışır. Ayetten anlayacağımıza göre insanın mutluluğunu kendi
mutluluğuna terk eden insanlar olmuştur. Ayet ve hadislerde zekât
vermeyen kişiler hakkına hiç de iç açıcı haberler olmadığı halde bu kurumu nasıl
göz ardı edilebilir? Bu konuyu bir daha düşünüp tartmak gerektiğimizin farkında
mıyız acaba?
Etiketler:
fikir yazılarım
KENDİ İÇİNDE ÇATIŞAN ÜLKE
Mamafih, ülkemizde bir kültür ve medeniyet çatışması meydana
gelmiş ve insanımızda bu unsurlar içinde yerini belirleyememiştir. ‘sen kimsin?’
sorusunu soranlar dahi bu sorunun yanıtını verememektedir. Yani içinde
olduğumuz durum büyük bir kimlik bunalımıdır.
Etiketler:
fikir yazılarım
4 Ocak 2014 Cumartesi
İLETİŞİM
AHMET AKTAŞ
E-Posta: ahmet03260671@hotmail.com
Etiketler:
iletişim
1 Ocak 2014 Çarşamba
HAKKIMDA
Etiketler:
özgeçmiş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)