Geçmişte
'nasıl yaşanması gerektiğini?' kültür ve medeniyeti dünyaya öğretmiş bir dinin
mensuplarıyız. Yine aynı zamanda aklın, bilimin ve inancın insanlığa rehber
olduğunu gösteren bir dine sahibiz. Günümüze bu rollerimizin değiştiğini
görmekteyiz. Ve İslam dünyası yıllardır neden geri kaldığın, tıpkı yıllar evvel
olduğu gibi İslam’ın nasıl dünyaya hükümran olacağını? Düşünmektedir. Cevabı
olmayan onca soru, insanı tatmin etmeyen ve içi boş fikirlerle uğraşmak İslam
dünyasını ileri götürmek bir yana aksine geriletmektedir. Peki ya ne yapmalı?
Her şeyden önce insan düzeltilmeli. Dünyayı düzeltmek, insanı düzeltmekle
mümkün.
Gözlerinizi
geçmişe çevirin. İslam medeniyetinin, Endülüs’ün ve Osmanlının dünyaya
hükmettiği çağlar, âdemoğlunun yaşam sürdüğü en huzurlu çağlardı. Hak batıla
galebe çalıyordu bir zaman. Ne zaman ki batıl Hakk’a galebe çalmaya başladı,
bir kin ve nefret bulutu örttü gökyüzünü. Katliamlar ve kazananı olmayan
savaşlar. Hak uğruna yapılmayan savaşların kazananı yoktur. O savaşlarda
yenilgi muhakkak, kaybedeni insanlıktır o savaşların.
Mademki İslam’ın dünyaya hükmetmesi Hak,
insan, önce İslam’ın kendine hükmetmesini sağlamalı. İnsanın olmadığı yerde
toplum, toplumun olmadığı yerde devletin varlığından söz edilemez. Bu
yolculuğun başı insandır. Ki İslam’da insan, O nurdan, Allah’ın nurundan bir
parçadır.
Destanlar, gözyaşlarıyla yazılır. İslam,
duygu ve düşünce dini. İnsan, inançsız çürümeye terk edilmiş bir beden gibi.
Eğer hedeflerinizin olmasını istiyorsanız
hedeflerinizin içinin gerçek fikirlerle dolu olması gerekir. Bu da önce insanın
kendisini tanımasıyla başlar. Bize düşen sağlam bir kişiliğe sahip, başarı
arzusu olan, cahilliğe karşı savaş açmış, nerde olduğunu bilen bireyler olmak. Geçmişe
gitmemize gerek yok. Bugün batıda ya da gelişmiş toplumlarda, beş-altı
yaşındaki çocuk acıkınca, annesi mutfağı gösterir, kendi başına tabağı önüne
koyar ve kendisi yer. Peki, bu durum bizde nasıl cereyan etmekte? Anne yemeğini
hazırlar, başkası yemeğini yedirir, birisi peçetesini tutar… Ve biz bu şekilde
yetiştirdiğimiz çocuklarımızdan başarı bekleriz. Evlatlarımız, hayata bir sıfır
yenik başlamakta.
Güncel ve bir o kadar da önemli olan
birlik meselesi: Aile birliği. Biz gereken aile birliğini sağlayabiliyor muyuz?
Büyük hedefleri olan bir toplum nasıl olurda basit ve önemli bir birliği
kuramaz? Peki, hayatları birleştirmek yani evlilik çocuk oyuncağı gibi sıradan
mı görüyoruz? Amacım sizleri sorulara boğmak değil, unutulan değerleri haddim
olmasa da hatırlatmak. Hatırlatmakta fayda görüyorum ki bu hadiseler yeni bir
birlik kurmaya çalışan toplumlarda görülmekte. Annemiz-babamız veya
akrabalarımız bir birliktelikten uzak olabilir. Ama genç ve eğitimli bir nesil
olarak kuracağımız ailede bir birliktelik kurabilir, bir düzen oluşturabiliriz.
Unutmayalım ki güçlü aileler güçlü toplumları doğurur.
Peki ya komşuluk ilişkileri, komşuluk
hukuku? Bugün aynı apartmanda yaşayan insanların birbirini tanımamasına, selam
bile alıp vermemelerine şahit olmaktayız. Bizler, “Komşusu aç iken tok yatan
bizden değildir.” diyen bir inancın toplumuyuz. Madem öyle yine aile düzen ve
birlikteliğini kurduğumuz gibi, komşuluk düzenimizi de kuralım. Şunu unutmayalım
ki, bu bahsettiğimiz düzen İslam’ın ilk yıllarında mevcuttu. Bu demek oluyor ki
asr-ı saadeti yaşamak uzak olan bir şey değil, elimizde olan bir şeydir.
Gelelim konunun en hakiki merkezine:
İslam ülkeleri birliği. Bizim birlikteliğimiz aslında buradan başlamalıdır. Ama
ne yazık ki küreselleşen dünya nedeniyle İslam ülkeleri bile kendi çıkarlarını,
İslam görev ve amaçlarından önce tutuyor. O kadar telefon, televizyon, internet
ve uçak olmasına rağmen neden İstanbul Bağdat’a bu kadar uzak. Ya da Şam Kudüs’e,
Mekke Kahire’ye uzak. Günümüzde mesafelerin önemi var mı? Bizi birbirimize uzak
tutan ne? Gönüller bir olduktan sonra mesafelerin önemi var mı?
Bu
gün, yanı başımızda bir Avrupa ülkesi var(Yunanistan). Ekonomisi çökmek üzere
ve bu ülke kan ter içinde ekonomisini ayakta tutmaya çalışmakta. Bir düşünün ki
bir olmak birlikte olmak bizim inancımızın temel değerlerindendir. Bizden
aldıkları kültür ve medeniyeti nerelere taşıdıklarını görüyoruz. Bizler kuran
ve sünnet sayesinde ilerlememize rağmen gerilememizin sebebini de kuran ve
sünnete bağlamak ne kadar mantıklı? Birlikteliğimizin bozulmasının sebebi bizim
dünyalık arzu ve isteklerimiz değil mi? Kuran-ı kerimde "Hep birlikte Allah’ın
ipine sarılın, ayrılmayın ". Buyrulmasına rağmen bizler, ipi kopmuş tespih
misali dört bir yana savruluyoruz. Ey İslam dünyası! Nerde sizin kardeşlik
duygunuz? Biz niçin göremiyoruz?
0 yorum:
Yorum Gönder